
Yusuf AKÇURA
1876-1935Kazan’ın Simbir şehrinde doğan Yusuf Akçura’nın babası Hasan Akçuri, annesi Bibi Kamer Banu’dur. Babasının ölümü üzerine İstanbul’a annesiyle göç eden Yusuf tek kardeştir. İlk öğrenimini Mahmud Paşa ve Kara Hâfız ibtidâîlerinde yaptıktan sonra Koca Mustafa Paşa Rüşdiyesi’ne yazıldı. Annesi, İstanbul'da Dağıstanlı Osman Bey ile evlendi. Yusuf’un eğitimiyle yakından ilgilenen Osman Bey Yusuf’u asker olmaya teşvik etti. 1892’de Harbiye’ye kabul edildi fakat ikinci sınıftayken Türkçülük hareketlerine katılmaktan tutuklandı. Cezasının bitmesinin ardından okula devam etti. Mezun olduktan sonra erkanıharp sınıfına ayrılmasına rağmen Jön Türkler’le ilgisi bulunduğu gerekçesiyle tekrar tutuklandı. Hatıralarında Jön Türkler’le ilgisinin olmadığını ve Türkçülüğünün bilinçli bir şekilde başladığını anlatmaktadır. Tutuklanmasının ardından arkadaşlarıyla beraber askeri mahkeme tarafından Fizan’a sürgün edilip askerlikten uzaklaştırıldı. Sonrasında serbest bırakılarak rütbesi geri verildi.
Tahsiline Avrupa’da devam etmek amacıyla Tunus’a giden Akçura, aynı yıl Paris’de Ecole Libre des Sciences Politiques’e kaydoldu. Burada Sadri Maksudi ve Ahmed Rıza ile tanışıp Şura-yı Ümmet gazetesinde yazdı. 1903 yılında tahsilini tamamlayıp Kazan’a döndü ve burada “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesini kaleme aldı. “Rusya Müslümanları” adlı siyasi harekete katılıp Rusya Türkleri’nin mücadelelerine gazete yazılarıyla destek verdi. Rus hükümeti Akçura’nın Duma’ya seçilmesini engellemek amacıyla 8 Mart 1906 tarihinde evine baskın yaparak onu seçim sonuna kadar kırk üç gün hapsetti. Tercüman gazetesinde çalışırken eseri sebebiyle hakkında takibata geçildi. Bu sırada II. Meşrutiyet ilan edilince İstanbul’a geçti. Akçura İstanbul’da bu yıllarda faaliyete geçen Türkçülük derneklerinin hemen hepsinin kurucuları içerisinde yer almaktadır. 1919 yılında İngilizler tarafından tutuklandı, 1920 yılında serbest bırakıldıktan sonra evlendi. 1920’nin martında Milli Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçti. Önce Maarif Vekaleti’nde sonrasında Kazım Karabekir’in karargahında çalıştı. Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk’ün yakın çevresinde bulundu. Hariciye Vekaleti görevinden sonra ölünceye kadar İstanbul mebusluğunda bulundu. Türk Tarih Kurumu’nda çalıştı, 1932 yılında başkanlığa seçildi. İstanbul Üniversitesi’nin yeniden kuruluşunda Yakınçağ tarih profesörü oldu. 11 Mart 1935 yılında gözlerini yumdu ve Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi.
Bazı Eserleri: Üç Tarz-ı Siyâset, Osmanlı Devleti Teşkilâtı Tarihi Üzerine Bir Deneme Ulûm ve Târih, Üç Haziran Vak‘a-i Müessifesi, Eski Şûrâ-yı Ümmet’te Çıkan Makalelerimden, Osmanlı Saltanatı Müessesâtı Târihine Dair Bir Tecrübe, Mevkufiyet Hâtıraları, Rusya’daki Türk-Tatar Müslümanlarının Şimdiki Vaziyeti ve Emelleri, Şark Meselesine Ait Târîh-i Siyâsî Notları, Türk Yılı 1928, Târîh-i Siyâsî Dersleri, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri, Ta Kendim yahut Defter-i mâlim